Neden bazı ülkeler fakir, diğerleri zengin?
Bundan birkaç yıl evveli “Neden bazı ülkeler fakir, diğerleri zengin?” başlıklı bir belgesel filme bakmıştım. Film de kısaca bir ülkenin refah düzeyinin yükselmesi için eğitim, sağlık, devlet kurumlarının çok önemli olduğunu söylüyordu. Zengin ülkelerin iyi kurumları varken fakir ülkelerinki çok çok kötüydü. Yokluk ve yozlaşma arasında direk bir ilişki vardı. Zengin ülkeler fakirlere kıyasla en az yozlaşmış olanlardı.
İkincisi; Kültürdü. İnsanların aklından neler geçiyor, neye inanıyorlardı? Burada dinle ilgili bir istatistik göze çarpıyordu. Eğer dinler hakkında bir genelleme yapabiliyorsak, o da “Bir toplum daha az inançlıysa, daha fazla zengin olma şansı vardı,” deniliyordu. Dünyanın en zengin 19 ülkesinde insanların %70’ten fazlası dinin hiç önemli olmadığını söylüyordu. En fakir ülkeler ise dünyadaki en inançlı ülkelerdi. Peki, neden inanç zengin olmak için engeldi? Sorusunu söyle cevaplıyordu: Çünkü genellikle dinler içinde bulunduğumuz anın iyileştirilemeyeceği, bu yüzden de öteki hayatımızı iyileştirmeye çabalamamız gerektiğini söylerler. Tabi bu çok fakir ülkelerde yaşayan birisi için anlamsız değildi. Zengin ülkelerde ise insanlar genelde kendilerini geliştirerek yetenekleriyle kaderlerini değiştirebileceklerine inanıyorlardı.
Üçüncü etken ise coğrafyaydı: Fakir ülkeler hep tropikal bölgelerde bulunuyorlardı. Bu tesadüf değildi, hayat buralarda birçok yönden çok daha zordu. Sorunların başında tarım vardı. Tropikal bitkiler genellikle daha az karbonhidrat içeriyor ve bu bölgelerde toprak da iyi olmuyordu. Ayrıca tropikal iklim fotosentez için de dezavantajdı. Tarih boyunca çok sayıda evcilleştirilmiş hayvan sahibi olmak zenginliğin belirtisi sayılırdı, çünkü iş gücünü hafifletiyordu. Yalnız Afrika’da çeçe sineği nedeniyle evcil hayvanlar harap oluyorlardı. Bu da Afrikalıların teknoloji geliştirmesini, tarımsal iyileşme sağlamasını engelliyordu.
Tabi hastalıklar sadece hayvanları bulmuyor, Afrika’da yaşayan insanlar da yüzlerce farklı hastalığa yakalanıyordu. Az gelirli ülkelerin tamamı, aynı anda en az 5 tropikal hastalıkla savaşıyorlardı. Zengin ülkeleri zengin yapan sihirli sıcaklık 16 dereceydi.
Coğrafya, fakir ülkeleri ulaşım yönünden de kötü etkiliyordu. Fakir ülkelerin kara ile çevrili olması da bir tesadüf değildi. Güney Amerika, Afrika ve Asya’daki en fakir ülkelerin hiçbirinin denize kıyısı yoktu.
Bir de doğal kaynaklar meselesi vardı. Petrol, değerli metal gibi doğal kaynakların çok olması büyük sorunlara yol açıyordu. Doğal kaynakları ekonomistler şiddetlendirici olarak görüyorlardı. Yani doğal kaynakları olan bir ülke okulları iyiyse daha zengin olur fakat okulları kötüyse daha fakir oluyorlardı. Mesela Kongo Demokratik Cumhuriyeti mineral zengini ülkelerden birisiydi, dünyadaki Kotan’ın (telefonlarda kullanılıyor) çoğunu onlar üretiyordu. Fakat doğal kaynak zenginliği, elitlerin parayı halkla iş birliğine ihtiyaç duymadan kazanmalarına neden oluyordu, dolayısıyla halk bu zenginlikten -Arap ülkelerindeki gibi- faydalanmıyordu.
Bu saydığımız etkenlerin önemini sıralayacak olursak; %50’si Kurumlar, %20’si Kültür ve %30’u da Coğrafya (enlem, bağlantı, doğal kaynaklar) diyebilmek mümkündü.
Burada din hakkında kısa bir not:
Din, inanç, kişinin manevi dünyasıdır. Eğer ülkesini, siyasi yaşamını buna göre şekillendirmeye kalkışırsan o ‘din’ inanç dini olmaktan çıkar. Üzerinden ekonomik, sosyal ve siyasal çıkar sağlama aracı haline gelir. Din böyle bir şeye alet edilmemeli; siyasete, ülke yönetme, halkın siyasi yaşamını şekillendirme aracı haline getirilmemelidir.
Elbette her insan dünyanın her yerinde inancını özgürce ifade edebilmeli yaşamalıdır. Kürdler arası din üzerine tartışmalar Kürd ulusal kurtuluş hareketine zırnık kadar bir getirisi olmadığı gibi bize çok büyük zararı veriyor, insanlarımızı birbirine düşman ediyor. Burada önemli olan birinin kalkıp diğerine dinini empoze etmemesi, yani misyonerlik yapmamasıdır.
Alan Lezan | 04.06.2021